2 Eylül 2019 Pazartesi




Kadınlar ölmesin, yaşasın, var etsin ve var olsun'

Her gün 3. sayfa haberlerinde rastladığımız kadın cinayetleri, geçen günlerde yine yüreğimizi yaktı. Emine Bulut, hayalleri olan, kızı ile bir yaşam kurmak için çabalayan, yaşamaya var olmaya çalışan bir kadındı. Ne yazık ki, o da ülkemizdeki birçok kadın gibi cinayete kurban gitti. Bir yaşam gitti, bir çocuk annesiz kaldı, bir eş katil oldu.

Peki neden? Türkiye sağlam  aile temellerine sahip bir ülke olarak bilinirken toplumumuzun yapı taşı olan aile bütünlüğümüze neler oluyor? Neden parçalanıyoruz, bölünüyoruz?

Bu soruları zihnimizde yanıtlamaya çalışırken kimimiz kadınları, kimimiz erkekleri, kimimiz sistemi, kimimiz ise toplumu suçluyoruz. Oysa ki tüm bunları bir taraf olarak değerlendirmek yerine bir bütün olarak değerlendirmemiz gerekiyor.

Bu problemi kadın ve erkeği suçlayarak başlayacaksak şayet, karşımıza çıkan ilk sorun iletişim dili oluyor. Ne yazık ki aile içerisindeki iletişim dilimiz sevgi, saygı, anlayış değerli hissettirme gibi duygulardan çoktan uzaklaşmış. Bunların yerine eleştiren, yargılayan, suçlayan, basitleştiren bir iletişim dili sarmış tüm aile bireylerinin sözcüklerini. Elbette ki u cümleler davranışsal olarak aile bireylerini çaresizlik, şiddet, ötekileştirme, aşağılama, tehdit etme, hatta öldürmeye varacak kadar korkunç davranışsal sonuçları itiyor. Bir anda canımız, ailemiz, hayatımızı adadığımız insanlar yıpranıyor, tükeniyor ve bazen bir cinayete kurban gidiyor. Bu durumun kadını, erkeği çocuğu yok. Bunu her bir aile üyesi yapabiliyor ne yazık ki. Sonuç olarak dağılmış aileler, kaybedilmiş eşler, evlatlar gündemimize bomba gibi düşüyor.

Peki toplum olarak nerede hata yapıyoruz?

Ataerkil bir toplum yapısına sahip olmamız ve değişen dünya düzenine ayak uydurmakta zoranışımız aileleri olumsuz etkileyen başka bir sebep. Evet artık kadınlarda çalışma dünyasında ve maddi anlamda bir erkeğe ihtiyaç duymadan yaşamını sürdürebiliyor. Ve ne yazık ki bir baba tek başına artık bir evi geçindirmek de zorlanıyor. Dolayısıyla erkekler topluma karşı kendilerini yetersiz ve eksik hissederken, kadınlar sırf maddi nedenlerden dolayı sürdürmek zorunda kaldıkları evliliklerini elde etmiş olduğu ekonomik özgürlükle bitirme kararı alıyor. Bu iki durum eşler arasında çatışmaya neden olan bir diğer önemli konu oluyor. Toplumsal algıların böylesi bir durumu gurur meselesi haline getirmesi de herşeyin üzerine tuz biber oluyor. Bir de 'kadın erkeğin namusudur' algımız var. Bu algı erkeğe kendince kadına hükmetmeyi hak olarak vermiş bulunuyor. Oysa ki bu algı 'kadın erkeğin, erkek kadının eşidir ve hayatı beraber paylaşmalıdır' algısıyla değişse herşey ne kadar farklı olurdu değil mi?

Unutmadan bir de 'evlensin düzelir' mantığında olan psikolojik rahatsızlığı olan evlatlarını evcilik oyunu ile terapi etmeye çalışan teyzelerimiz ve amcalarımız var. Onlara da evliliğin bir tedavi yöntemi olmadığını insanların yaşamına mal olduğunu hatırlatmamız gerekiyor.

Gelelim sistemsel eksikliklerimize. Ne yazık ki evlendirme sistemimiz çiftlerin kan uyumunu önemsediği kadar karakter uyumunu, evlilik beklentilerini, yaşamsal problemlerini, ekonomik planlarını önemsemiyor. Her sene binlerce çift bilinçsizce evlilik gerçekleştiriyor. Oysa ki belediyeler en az kan testi sonuçları kadar çiftlerin evlilik öncesi danışmanlığı sürecini de önemsemeli. Gençlere eş olma, karı koca olma, anne baba olma becerileri kazandırılmalı bireysel problemler çözülmeden evlilik gerçekleştirilmelidir. Aile eğitimleri, evlilik öncesi süreci eğitimleri zorunlu hale gelmelidir ki sağlıklı aileler kurulabilsin.

Ve yasalardaki açıklar... En büyük kanayan yaramız bu konu olsa gerek. İyi hal indirimleri, aflar ve yasal boşluklar sanki kadın cinayetlerini engellemektense teşvik etme niyetinde. Bu anlamda da yetkililer gerekli düzenlemeleri yapmadıkça daha çok kadın cinayeti haberleri duyarız.

Eğer kadına cinayeti durdurmak istiyorsak bireysel toplumsal ve sistemsel olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz.

'Kadınlar ölmesin: yaşasın, var etsin ve var olsun.'

Sevgilerle
Büşra Epözdemir
Aile Dan. Psk.

1 Kasım 2018 Perşembe

BOŞANMA SÜRECİNİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİNİ NASIL AZALTABİLİRİZ ?




                                


BİZ AYRILIYORUZ
Hayatın en tatsız süreçlerinden biri olan boşanma süreci ne yazık ki ülkemizde son zamanlarda çok sık görülmekte. Aile içerisinde şiddet, ekonomik olumsuzluklar, sağlık problemleri, şiddetli geçimsizlik, aile içi iletişim bozuklukları, aldatma gibi bir çok neden çiflteri ayrılık sürecine getiriyor. Böylesi yıpratıcı yorucu yaşanmışlıklar ise boşanma sürecini kaçınılmaz kılıyor.  Boşanma süreci resmi prosedürlerin yerine getirilmesi, mal paylaşımları, yeni yaşam planlarının yapılması ve en önemlisi de çocuklara durumun izahının yapılmasını gerekli kılan bir süreç.

Bu yazımızda  boşanma sürecinde çocuklar üzerinde oluşabilecek olumsuz durumları en aza indirgemek için dikkat edilmesi gereken konulardan, durumun çocuklara nasıl izah edilmesi gerektiğinden bahsedeceğiz.

Çocuklar için anne-babaları onları varoluş kaynakları, yaşam destekleri, problem çözücüleri, güven, huzur, mutluluk kaynaklarıdır. En kötü anne-baba dahi çocukları için aynı anlama sahiptir. 
Hep deriz ya ' ne olursa olsun o benim annem- babam.'
Çocuk için bu kadar varoluşsal öneme sahip olan anne -babanın boşanacağı bilgisi, çocuklarda varoluş süreçlerinin devamlılığı hakkında kaygılar oluşturur. Ve çocukların bir çok olumsuz duygu ve davranışı deneyimlemesine neden olur.  Bu nedenle bu kadar derin kaygı yaşayabilecek olan  çocuğa boşanma sürecinin ve sonrasının net bir şekilde izah edilmesi gerekmektedir. Aksi halde çocuğun kaygısı  artarak daha olumsuz sonuçların oluşmasına neden olabilir.


Öyleyse; Boşanma bilgisi çocuk ile nasıl paylaşılmalıdır ?

Öncelikle anne ve baba konuşmayı gerçekleştiriken bir arada olmalıdır. Tüm negatif duygularını bir kenara bırakarak, durumu olabildiğince doğal bir durummuşcasına anlatmalıdır.  Şayet olumsuz duygularınızı, stresinizi, eşinize karşı duyduğunuz öfkeyi bu ortama yansıtırsanız çocuğun durumu algılayışı da buna bağlı olarak olumsuz etkilenir. 

Konuşmayı gerçekleştirirken dikkat etmeniz gereken bir diğer önemli husus ise yapılacak konuşmanın çocuğun karakterine ve yaşına uygun bir şekilde  yapılmasıdır. Okul öncesi ve ilkokul döneminde olan bir çocukla yapılacak bir konuşmada çocuğun zihninde durumun daha iyi netleşebilmesi için daha somut örnekler verilebilir. 
Örneğin ' Hani sen bazen Ali ile anlaşamıyorsun, onunla eğlenceli oyun oynayamadığın için  onlara gitmek istemiyorsun ya, biz de bazen babanla bazı konularda anlaşamıyoruz ve beraber olduğumuzda güzel vakit geçiremiyoruz.' gibi bir açıklama yapılabilinir. 
Ergenlik döneminde olan veya biraz daha büyük yaş grubunda çocuklarla ise daha çok durum değerlendirmesi yapılarak bir konuşma gerçekleştirilebilinir.

Örnek konuşma
"Yetişkinler bazen birbirlerini farklı şekilde sevmeye başlayabilirler veya bazı konularda anlaşamayabilirler. Bu nedenle ayrı yaşamak isteyebilirler. Fakat çocuklar ve anne-babaları her zaman özel bir bağ ile birbirlerine bağlıdır. Bazen çocuklar  ve anne babalarıda aynı fikirde olmayabilirler ve bu yaşamın bir parçası. Anne-babalar asla çocuklarını sevmekten vazgeçmezler. Ve anne-babalar çocuklarından boşanmazlar. Bu sadece karı-kocalar arasında olur. Biz de annenle/babanla bazı konularda anlaşamadığımız için ayrı yaşamaya karar verdik."

Konuşma gerçekleştirildikten sonraki bir diğer önemli konu çocuğunuzu yeni yaşamında oluşabilecek değişiklikler hakkında yeterli bilgiyi vermek olacaktır. Muhtemelen çocuğunuzun zihninde aşağıdaki sorular yanıt arayacaktır:
Ben kiminle yaşayacağım ?
Annem/babam nerede yaşayacak?
Hangi okula gideceğim ?
Buradan gidecek miyiz ?
Tatillerde yine bir arada olacak mıyız?
Arkadaşlarımı görebilecek miyim?
Siz küsmü olacaksınız ?

Bu sorular ve oluşabilecek diğer soruları  net bir şekilde cevaplamanız çocuğunuzun zihninde oluşabilecek stresi ve kaygıyı azaltacaktır.

Tüm bu süreçler içerisinde çocuğunuzda şok, üzüntü, hayal kırıklığı, öfke veya kaygı gibi duygu durumlarıyla karşılaşabilirsiniz. Bu duyguları arttırmamak adına çocuğunuzun yanında tartışmayın, çatışmayın, yasal süreçler hakkında konuşmayın, bir diğer ebeveynin  diğer aile üyeleri tarafından kötülenmesine müsaade etmeyin. Durum ve gerçeklik her ne olursa olsun kişilerin çocuğun anne ve babası olduğunu unutmayın.
Mümkün oldukça çocuğunuzun günlük rutinlerini  bu süreçte bozmayın. Yaşamını olabildiğince bu süreç öncesi gibi sürdürmesine müsade edin. Oluşabilecek değişimleri mümkün oldukça yavaş yavaş ve aşamalı gerçekleştirin. Bu süreçte elbetteki anne-babalarda bir çok olumsuz ve karmaşık duygu durum içerisinde olacak. Ancak mümkün oldukça dışarıda arkadaşlarınızla görüşerek veya bir uzman desteği alarak süreci yönetmeye çalışın.

Çocuğunuzu duygusal olarak rahatlatmak amacıyla yeri geldikçe aşağıdaki hususlarda bilgilendirebilirsiniz. 

Bu durum senin hatan değil. Anne/baba arasında oluşan bir durum.
Anne-baban ayrılsa bile her zaman senin annen/baban olmaya devam edecek.
Biz seni korumaya, her ne olursa olsun yanında olmaya devam edeceğiz.
Her şey yolunda gitmeye devam edecek.
Annen ve baban her zaman seni sevmeye devam edecek.


Yine süreç içerisinde çocuğunuzun duygularını kontrol edemediği dönemler olabilir. Böylesi durumlarda çocuğunuzun duygularını önemsediğinizi bu duygularının normal olduğunu  ve bunun bir süreç olduğunu söyleyebilirsiniz. 

Örnek konuşma
"Kızım/oğlum bu durumun senin için ne kadar üzücü olduğunun farkındayım. İstersen seni daha iyi hissettirecek şeyleri konuşabiliriz. Annen de baban da seni çok seviyor ve bu süreci bizlerde  yaşadığımız için çok üzgünüz."

Çocukların duygularının aileleri için önemli olduğunu duyma ihtiyacı duyabilirler bu süreçte. Bu nedenle bunu çocuğunuza hissettirin. Duygusal tıkanmalar yaşadığınızda çocuğunuzun duygularını kelimelere dökmesine müsade edin veya yardımcı olun.
En önemlisi ise en büyük destekçisi olun.
"şimdi ne yaparsak mutlu hissedersin? eğlenceli birşeyler yapalım mı?" gibi sorularla konuyu ve dikkatini farklı yönlere çekerek stresini azaltabilirsiniz.

Boşanma süreci boyunca anne-babalar olarak sizlerinde ruhsal ve fiziksel sağlığınıza dikkat etmeniz oldukça önemli bir husus. Sizler ne kadar sağlıklı olursanız ve duygularınızı doğru bir şekilde yönetirseniz bu süreci daha kolay bir şekilde sürdürebilirsiniz.


Aile Dan. Psk.
Büşra Epözdemir




25 Ağustos 2018 Cumartesi

ELALEM NE DER ?



Aman bu saatte tek başına dışarı çıkma 'elalem ne der?'
Bu elbiseyi mi giyeceksin 'elalem ne der'?
Erkek adam böyle mi yapar sonra 'elalem ne der?'
Bak elalemin çocuğuna sen daha otur.

     Bir elalemdir tutturmuş gidiyoruz. Hep bir şeyler söylüyor. Eleştiriyor. Hiç susmuyor. Toplumumuzun kronikleşmiş bireyi 'elalem'. Yukarıdaki cümleleri ve daha nicelerini duymayan yoktur aramızda. Hep bir elalem konuşuyor,bizi ayıplıyor ve biz utanıyoruz. Sonra da o elaleme göre davranışlarımızı,söylemlerimizi düzenliyoruz.

     Ama Neden ?

     İşin gerçeği elalem dediğimiz şey aslında toplum,çevre, sosyal grup. Her toplumun kendisine göre normları,kuralları,inançları,yaşam biçimi vardır. Sosyal varlık olan biz insanlarda Abraham Maslow'un tabiriyle ait olma gereksinimi içerisindeyiz dolayısıyla toplumla iç içe olma durumundayız.  Bu ihtiyacın karşılanması için de zaman zaman ve belkide çoğunlukla başkalarını mutlu ederek bir topluluğa dahil olabileceğimizi düşünüyoruz. Çünkü insanlara yadırgayacakları duyguları yaşatırsak bizden uzaklaşacakları gibi çokta gerçekçi olmayan bir inancın peşine düşüyoruz.

     Aslına bakarsanız bu elalem dediğimiz şey her zaman çokta kötü bir şey değil. Bizlerin geçmişte yapmış olduğu hataları tekrarlamasını engelliyor. Sonuçta elalem'in bir kural ve çerçevesi var ki çoğu zaman fayda sağlar çünkü toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gelişmiştir bu kurallar. Ancak bu elalem'in ne diyeceği korkusu zihnimizi bulandırmaya, içimizi daraltmaya başlıyorsa burada bir problem var demektir. Çünkü bu korku yükseldiği zaman kendimizi elaleme muhtaç ve güvensiz hissediyoruz. Böylece ya başkalarına göre yaşamaya başlıyoruz ya da insanlardan uzaklaşıyoruz. Sonuç olarak kendimize olan saygımızı kaybediyoruz ve sosyal olarak yabancılaşarak ötekileşiyoruz.


     Benim Elalem korkum var mı ?

    Yapmak istemediğin şeyleri yapıyor ve bu yüzden içerleniyorsan, ne istediğini bilmiyorsan ya da hiç bu konu üzerine düşünmediysen, gerçekten inanadığın şeyleri ifade etmekten korkuyor/çekiniyorsan, insanlardan kaçınıyor veya hoşlanmadığın insanlarla vakit geçirmek durumunda kalıyorsan, karar almakta zorlanıyorsan, sürekli insanların senin yanında üzgün sıkılmış olduklarını hayal ediyorsan ELALEM  NE DER? korkusu yaşıyorsun demektir.

    İyi haber şu ki bu korkuyu yaşıyor olmanın tek sorumlusu sen değilsin. Çocuklarını; böyle davranırsan kimse seni sevmez, bak falancanın kızı şurayı kazanmış sen daha otur, hiçbir şeyi beceremezsin, cahilsin vs... gibi öz güven kırıcı söylemlerle yetiştiren aileler bu durumun paydaşı. Kötü haber bu durumu sürdürüyor ve çözmüyor oluşun seni bu paydaşa ortak yapıyor.

    Peki bu durumdan nasıl kurtulabilirim ?

    Öncelikle diğer merkezci olmaktan vazgeçmelisin. Merkeze kendini almalısın. Bunu başardığında insanlar seni sen olduğun için kabullenmiş olacak, onlara göre yaşamış olduğun için değil. Bunun bir diğer avantajı da hata yaptığında  durumu kabullenmek senin için daha kolay olacak çünkü bu senin kendi tercihinle yapmış olduğun bir hata. Oysaki başkalarına uyum sağlamak için yapacağın bir hatayı kabullenmek bu kadar kolay değildir. Çünkü başkaları için hata yaptığında keşke der, pişmanlık duyarsın ama kendi hataların sana büyümeyi öğretir. Başkalarını daha kolay affetmeni sağlar. Bazen yaptığın hatalar başkaları tarafından yanlış anlaşılabilinir. Eğer hata kendi şahsi hatan ise iyi niyetini kalben hisseder, iç huzura daha kolay kavuşabilirsin. Zihinsel olarak daha rahatlarsın ve elalem ne der diye kaygılanmaktansa kendine odaklanırsın.

   Diğer merkezli olmanın getirdiği bir diğer sonuç ise sen başkaları için ne kadar iyi olursan ol, ne kadar çaba harcarsan harca seni olumsuz söylemlerle yargılayabilirler ve herşeyi yapmış olmana rağmen nerede hata yaptığını düşünür durursun. Yeri gelir kendini kullanılmış  ve değersiz hissedersiniz. Aslında problem insanlarda değildir.  senin onlarla seni sevsinler, yargılamasınlar diye kendinden ödün verdiğin bir ilişki kurmuş olman problem. Oysaki kendini merkeze alsan sen sen olduğun için yanında olan insanlarla ağı oluşturmuş olsan, vermiş oldukların ve çabaların seni mutlu ederdi. Kendin mutlu olduğun için çabalardın başkalarını mutlu etme gayesiyle değil. Ve kimseden bir beklentiniz olmayacağı için elalem ne der diye bir kaygın olmazdı.

     Zihnini elalem ne der sorusundan uzaklaştırmak istediğinde kendini bir eyleme dökebilir ve odağına eylemi alabilirsin. Bu eylemin bir hedefi olursa diğerlerine odaklanmaktansa hedefine odaklanabilirsin. Bu bir kurs olabilir, bir başarı hedefi olabilir, sana katkı sağlayacak ve seni geliştirecek sonunda da mutlu edecek her şey olabilir. Kendini bir şekilde hayatın akışına bırakman lazım, başkalarının yargılarına değil.

   İyi yönlerinin farkında olan, güçlü yanlarını bilen ve güvenebileceğiniz insanlarla beraber olun. Sevildiğin ve desteklendiğin ortamlarda , arkadaş grupları içerisinde olmayı tercih et.
   Yapacağın bir davranışta kaygın yine çok artıyorsa ' en kötü ne olabilir ki?' sorusunu kendine sor. Çekindiğin kişilerle konuş , fikirlerini al ve kendi isteğin doğrultusunda değerlendir.
   Kendinle içsel konuşmalar yap. 'Tam olarak ne istiyorum?' sorusuna cevap ver. Kararlarını kendi isteklerin doğrultusunda al.
   Ne yazık ki insanların ağzı torba değil ki büzesin. Bu nedenle senin için neyin önemli olduğunu bul. İnsanların bu durum üzerine neler diyebileceğini,yapabileceğini listele ve kendini bunlara hazırla.


Bir başkasının senin hakkındaki görüşleri senin gerçeğin olmak zorunda değil (Les Brown)

Unutma...

Aile Dan. Psk.
Büşra Epözdemir



14 Temmuz 2018 Cumartesi

KORKU PSİKOLOJİSİ



     Korku bebeklik döneminden Hatta bazı araştırmalara göre anne karnı sürecinden yaşlılık dönemine kadar süren insan yaşamında herkesin deneyimlediği doğal bir duygudur. Ayrıca oldukça etkili İlkel bir duygudur. Korkunun biyolojik ve psikolojik açıdan farklı iki boyutu vardır. Bu duygu hem psikolojik hem de fizyolojik olarak bizleri etkilemektedir. Korku ile ilgili bir diğer önemli konu ise oluşumu ve aktarımı ile ilgilidir. Oluşum ve aktarım süreci sonrasında birçok psikolojik rahatsızlık gelişebilmektedir. Tüm bu konulardan başka önemli bir yönü de toplumsal korku konusudur.

     Bizi korkutan bir durumla karşılaştığımızda bedenimizde bir takım değişimler meydana gelir. Bedenimizde terleme, kalp atışının artması, yüksek derecede adrenalin salgılanması, göz bebeklerinin büyümesi gibi değişimler meydana gelir. Tam da bu süreçte beyin 'kaç ya da savaş' tepkisini verir ve beden bu tepkiye göre kendisini düzenler. Bu tepki evrimsel bir tepkidir ve hızlı, otomatik bir şekilde gerçekleşir.

     Hepmiz korkuya fiziksel olarak aynı tepkiyi verirken, duygusal olarak verdiğimiz tepkilerimiz değişebilir. Örneğin birçok kişi adrenalini ve korkuyu sevebilir ve buna bağlı olarak extrem sporları tercih edebilir. Buna karşın birçok kişide korkuya negatif olarak bakabilir ve kendisinde korku oluşturabilecek eylem ve olaylardan uzak durabilir.

     Korkunun psikolojik boyutunda ise dozajı çok önemlidir. Üzerimizde korku oluşturan uyarıcılara karşı verdiğimiz tepki aşırı yüksek veya aşırı düşük gibi bir tanımlama içerisinde ise birçok psikolojik rahatsızlıkla karşı karşıya kalma ihtimalimiz var demektir. Örneğin fobiler bu konuda en yaygın şekilde karşımıza çıkan korku temelli psikolojik rahatsızlıklardır. Şunu belirtmemiz gerekiyor ki bir konuyu fobi veya psikolojik rahatsızlık olarak tanımlayabilmemiz için o korkunun hayatımızı işlevsiz hale getirmiş olması gerekmektedir. Normal hayatımızda hepimiz elbette ki birçok korku olayını deneyimleriz. Psikolojik rahatsızlık olarak tanımlayabileceğimiz fobiler:

Klostrofobi: Kapalı alan korkusu
Akluofobi:  Karanlık korkusu
Aviofobi:     Uçuş korkusu
Glossofobi: Topluluk önünde konuşma korkusu
Kakorofiyofobi: Başarısız olma korkusu.
Sosyofobi: Toplumdan genel olarak insanlardan korkma korkusu gibi fobilerdir.

Peki bu korkular nasıl oluşuyor ?

     Korku üç şekilde oluşabilir. Birincisi içgüdüsel bir tepkidir. Örneğin yüksek bir sesi aniden duyduğumuzda içgüdüsel olarak korkarız. Aniden bedenimize dokunulduğunda korkarız çünkü zihnimiz tehlike var mesajını verir bize ve bizi 'kaç ya da savaş' tepkisine yöneltir. İkinci nedeni ise korkunun öğrenilmiş olmasıdır. Bizler korkuyu bir kişiden ortamdan veya durumdan öğrenebiliriz veya geçmiş deneyimlerimizle bağlantılyarak korkular oluşturabiliriz. Örneğin köpekten korkan bir annemiz varsa biz de köpeği korkulacak bir nesne olarak tanımlarız zihnimizde. Küçükken bir köpek bizi kovalamışsa bütün köpeklerin bizi kovalayacağı düşüncesiyle tüm köpeklere karşı bir korku geliştirebiliriz. Üçüncü neden ise korkunun zihinsel olarak üremesidir. Bu kültür üzerinden bize aktarılan bilgiler sonucu oluşabilir.Dini inançlar üzerinden oluşturulan korkular olabilir. Veya sosyal medya ve televizyon gibi kaynaklar üzerinden oluşturulan korkular olabilir. Örneğin yakın zamanda ülkemizde birçok yerde bomba patlamaları oluyordu ve insanlar sokağa çıkmaya korkuyorlardı. Telefonlarımıza istihbarat alındığına, belli yerlere gitmemiz konusunda doğru /yanlış mesajlar geliyordu ve haliyle toplumsal bir korku oluşuyordu.

Sonuç olarak bizleri biyolojik ve psikolojik olarak etkileyen korku hayatımızın her döneminde ve herhangi bir yerinde karşımıza çıkabilir. Korkunun kontrol edilememesi ve seviyesinin yükselmesi bizleri birçok psikolojik rahatsızlıla karşı karşıya bırakabilir. Hayatın akışında korku, kimi zaman bizleri uyaran ve tehlikeden koruyan bir yönüyle de var olmaya devam eder. Varoluşunu ise içgüdüsel tepkiler, sosyal öğrenmeler ve zihinsel imajinasyonla sürdürebilir.


AİLE DAN. PSK
BÜŞRA EPÖZDEMİR

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Sağlıklı Bir Evlilik Nasıl Olmalı ?

        Benimle Evlenir Misin ?

Herkesin hayalidir; ruh eşini bulup mutlu bir yuva kurabilmek. Karı olmak, koca olmak, anne olmak, baba olmak hep zihnimizin önemli bir yerindedir. Genç kızlar güzel bir gelinlik ile evlenmenin, genç erkekler ise güzel bir gelin arabası hazırlamanın derdindedir. 
   Sevmek ister herkes. Sevilmek, değer vermek, değer görmek ister. İki ayrı dünyayla bir olmak, bütün olmak ister. Hayatı paylaşmak ister herkes. Zor günlerinde başını dayayacak bir omuz , yere düştüğünde elinden tutacak bir yoldaş arar herkes. 
   Tüm bu hayaller sürerken birden bir bakarsın o an gelir. Yıllardır aradığın insan karşındadır. Öyle böyle  başlar bir evlilik telaşı. Kimi zaman stresli, kimi zaman mutlu, kimi zamansa yorucu bir şekilde geçer bu süreç. Henüz evleneli bir sene bile olmamışken başlar sorunlar ve burada filmimiz kopar.
   Çoğu kişiden duymuşsunuzdur şu sözleri;
' Evlenmeden önce hiç böyle değildi. Çok değişti.'
' Onu hiç tanıyamamışım.'
'Biz hiç birbirimize göre değilmişiz.'
   Peki ne oluyor ? Bu kadar beklentiyle, heyecanla aradığımız hayat arkadaşımız bir anda nasıl bu kadar değişebiliyor?
   Aslında değişen çokta bir şey yok. Aşk insanın gözünü kör eder derler ya kısmen yaşadığımız durum bu. Evlenmenin, bir yuva kurmanın heyecanına o kadar kapılıyoruz ki öncelikle
 'Ben nasıl biriyim?'
'Evleneceğim kişi nasıl biri olmalı?'
'Bir evlilikten beklentim nedir?'
'Evleneceğim kişinin zihnindeki eş nasıl biri? Ben buna uyuyor muyum?'
'İkimizin zihnindeki evlilik aynı şey mi?' gibi soruları aklımızın ucuna bile getirmiyoruz. 

Peki neden ?

  Çünkü artık büyüdük, belli bir yaşa geldik ve bizi sürekli ' Ne zaman evlilik? Yok mu görüştüğün biri?, Darısı başına ' gibi soru ve cümlelerle bunaltan büyük bir kitle ve onların sosyal baskısı var. 
  Ha bir de ' aman kızım/oğlum aşk meşkte neymiş bizim zamanımızda öyle şeyler mi vardı bulun birini de evlenin' diyen teyze/amca takımı var. Allah onların çenelerinde zeval vermesin.

  Velhasıl gelelim asıl konuya 'Sağlıklı bir evlilik nasıl olmalı ve sürdürülmeli?'
   Sağlıklı bir evlilik için en önemli şey sağlıklı bir iletişimdir. Birbirleriyle tatmin edici muhabbetler kuramayan, birbirini anlamak istemeyen hatta dinlemeyen, sorunlar karşısında sürekli birbirlerini suçlayan bir çift ne kadar mutlu olabilir ?

Tabiki olamaz !

Bu nedenle evliliğimizde sağlıklı bir iletişim kurabilmek için dinlemeyi bilmeliyiz. Ancak bu dinleyiş söylediklerine karşı nasıl bir cevap yapıştırayım' düşüncesiyle değil de 'bana ne anlatmak istiyor?, ne ile ilgili sorun yaşıyor? düşüncesiyle gerçekleşmelidir. Aksi halde bu bir dinlemeye değil, tartışmaya döner. Belki de kavgaya.
   Diğer önemli iletişim hatası ise kullandığımız iletişim dilinde ortaya çıkıyor. İletişim dilimiz hakaret, iğneleme, suçlama, aşağılama gibi bir içeriğe sahipse eşimiz ile hiçbir zaman aynı noktaya gelemez, soruna aynı yerden bakamayız. Çünkü böylesi bir dil kullandığımız zaman karşımızdaki kişi değersizlik, sevgisizlik, anlaşılmamışlık, ezilmişlik, suçluluk veya aşırı savunmacılık hislerine kapılarak söylediklerinizi dinleyemez ve anlayamaz. Örneğin bir beyefendi hanımına 
'Sen gerizekalı mısın neden  havluları bu rafa koyuyorsun?' dediğinde eşi beyefendinin havluların konduğu yerden rahatsız olmasından çok kendisine 'gerizekalı' demiş olmasına odaklanacaktır ve bu sorunu çözmek için gerekli olan konuşma tarzını yakalayamayacak sorunu çözemeyecektir. Oysaki bu beyefendi eşine 'Hayatım havluları bu rafa koyuyorsun ama ben işimi göremiyorum bir dahaki sefere alttaki rafa koyar mısın?' demiş olsaydı eşi havluların yeriyle ilgili soruna odaklanıp ona göre bir yanıt veya çözüm bulacaktı.
   Duyguların paylaşılması ve yakınlık evliliğin sağlılığı açısından önemli bir diğer konudur. Gariptir ki evlenmeden önce sürekli partnerine sevgisini, duygularını, ilgisini belli eden davranışlarda ve tutumlardan bulunan çiftler, evlilikleri sonrası bu konuda gerileme yaşıyorlar. Seni seviyorumlarla gelen çiçekler, 'bu akşam ne yemek yaptın hanım? Al sana 1 kg portakal aldım' lara dönüşüyor. Veya sevdiğinin yollarını gözleyen hanım kızlar evlenince  kapıyı çalan eşine somurtarak kapı açan, bir hoşgeldin bile demeyen bayanlara dönüşüyor. Oysaki evlilikte duygu paylaşımı ilişki doyumu açısından oldukça gereklidir. Eşler birbirlerine karşı hissettikleri duyguları ifade ettiklerinde hem birbirlerini daha iyi anlama fırsatı yakalarlar hem de bir paylaşım yaşarlar ve bu da birbirlerine olan yakınlıklarını arttırır. Mesela bir çift düşünelim, beyefendi iş yerinde çok stresli bir gün geçirmiş ve eve sinirli gelmiş. Kumandayı bulamayınca sinirli bir şekilde eşine
'Nereye koydum şu zıkkımı bulamıyorum' diye çıkışmış. Sizce bu durumda bu beyefendinin eşi ne yapmalı?

1) Orda işte gözün görmüyor mu? Kör musun be adam? mı demeli 
2)Canım kumanda kanepenin üzerinde. Sinirlisin bugün sanki seni üzen bir şey mi oldu ? demeli

Cevabı açık. 1. cevap tam bir tartışma ortamı oluşturacakken 2. cevap Hanımefendinin eşini dinlemek istediğini, duygularını bilmek onu anlamak istediğini, eşini önemsediğini ifade eden bir yanıt oluyor.
Evliliğimizde çatışmanın çıkmaması adına karşı tarafın duygu ve düşüncelerini anlamak veya sorun yaşadığımız konuda kendi duygu ve düşüncelerimizi çözüm amacı ile açıkça ifade etmemiz gerekir.

   Gerçekleşmesi itibari ile beraberinde bir çok sorumluluk getiren evlilik, sorumluluklar paylaşımını gerekli kılar. Bundandır ki nikah memurları hep sorar 'İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta eşinizle bir ömür boyu evlenmeyi kabul ediyor musunuz ?' diye.
Bu cümle görünür de sadakati ifade ediyor olsa da alttan verdiği mesaj şudur;

' Siz beyefendi, hanımefendi hastalandığında yemek yapıp bulaşık yıkamayı kabul ediyor musunuz?'
'Peki siz hanımefendi eşiniz iş yoğunluğundan dolayı çocukları okuldan alamadığında, çocukları okuldan almayı kabul ediyor musunuz ?'

Sonra sevinçle bağırıyoruz ' Evvvvveeeettt' diye. Alkışlar bize geliyor.

Hiçte duyduğumuz kadar masum değilmiş değil mi?

  Evet, sorumluluklar sağlıklı bir evlilikte açıkça belirlenmiş ve gerekli durumlarda esnetilebiliyor olmalı. Eğer sorumluluklar konusunda çok katı olunursa ve gerekli zamanlarda sorumluluk değişimi gerçekleşmezse yeni çatışma konumuz hayırlı olsun bizlere. Veyahut paylaşılan sorumluluklar yerine getirilmezse bunun sonucu olacak problemlere 'merhaba' diyelim.

   Genel olarak özetleyecek olursak; Mutlu, sağlıklı bir evlilik için öncelikle kendimizi tanımalı, ne üzerine bir evlilik gerçekleştirmek istediğimizi belirlemeliyiz. Sonraki süreçte partnerimizi tanımalı, aynı evlilik beklentisine sahip olup olmadığımızı anlamaya çalışmalıyız. Evliliğimizde partnerinizi nasıl bir eş rolünde gördüğünüzü , hangi sorumlulukları üstlenebileceğinizi açıkça belirtmeliyiz ve onun düşüncelerini de öğrenmeliyiz. Aşk, sevgi evlilikte tabi ki çok önemli ancak daha önemli olan birlikte yaşam becerilerini kazanabilmemiz ve en az aşk, sevgi kadar bu konuyu da önemsememiz gerekiyor. Evlilik sonrası ise iletişim şeklimiz, iletişim dilimiz, sorumluluklarımızı yerine getirmeniz veya getirmememiz, duygularımızı paylaşmamız ve partnerinizin duygularını anlamaya çalışmamız ilişkimiz açısından çok önemli noktalardır.

Kısacası;

Sevin, dinleyin anlayın eşlerinizi.
Onları üzmektense, haddini bildirmektense mutlu etmeyi amaç edinin.
Unutmayın insanlar mutlu ettikleri kadar mutlu olurlar.

Ve son olarak;
' Sevgi neydi? Sevgi sahip çıkan dost , sıcak insan eli, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti…' ( Selvi Boylum Al Yazmalım.)


Büşra Epözdemir
Aile Danışmanı Psikolog

23 Mart 2017 Perşembe

ÇOCUKLARA ÖZGÜVEN KAZANDIRMA YOLLARI


Hepimizin çokça rastladığı bir durumdur özgüven eksikliği. Birçok ebeveyn çocuğunun çok pasif olduğundan başkalarıyla konuşmaya çekindiğinden yakınır, kimi öğretmen bazı öğrencilerinin derste parmak kaldırmaya çekinmesinden bahseder. Tüm bu süreçlerin arkasında ise farklı faktörler yatar.

Öyleyse nedir bu faktörler? Ne oluyor da çocuklar özgüven becerilerini geliştiremiyor bir bakalım.

  Bu yazıyı okumadan önce bir ebeveyn olarak veya bir eğitimci olarak etrafınızdaki çocukların özgüvenlerini geliştirmek için neler yaptığınızı bir düşünmenizi rica ediyorum.

Terimsel olarak özgüven kişinin kendisine yönelik öz değer, öz saygı ve öz beğeni algılarının pozitif olmasıdır. Kişi kendisine karşı değersiz, saygıyı hak etmeyen ve kendi becerinden görüntüsünden memnun olmayan bir bakış açısı geliştirdiğinde öz güven eksikliği baş göstermeye başlıyor.

Peki ne oluyor da kişi kendisine karşı bu şekilde olumsuz bir algı geliştirebiliyor?

Bu sorunun cevabı, çocuğun dünyaya geldiği ilk dönem süreçlerine dayanmaktadır. Çocuk annesi ile güvenli bir bağlanma gerçekleştiremediğinde düşünsel olarak değil ancak duygusal olarak ilk olumsuz hisler gelişmeye başlar. Bebeğin ihtiyaçları ihtiyaç duyduğu anda karşılanmadığında, anne ile göz kontağı sağlanmadığında ve bebek annesinden sevgi ve şefkat görmediğinde özgüven eksikliğinin duvarları örülmeye başlar. 

Bu süreci olumsuz olarak etkilemeye devam eden bir diğer faktör ise fazla eleştirel ve kaygılı-tutarsız anne-baba tutumu.  Sürekli eleştirilen çocuk bir süre sonra kendisini her şeyi yanlış yapan, beceriksiz, işe yaramaz biri olarak algılamaya başlar. Kaygılı ve tutarsız anne-baba tutumunda ise çocuk ailenin sürekli kaygılı davranışları nedeniyle kendisini geliştiremez, dışarıya açamaz, ailenin sürekli tutum değiştirmesi nedeniyle de sağlıklı kararlar alıp uygulayamaz. Sürekli çatışan ebeveynlerin olduğu aile ortamı da bir diğer önemli faktördür. Böyle bir ortamda çocuk kendisini güvende hissetmeyebilir. Kendisi yüzünden ebeveynlerinin kavga ettiğini düşünerek kendisine yönelik suçlayıcı bir düşünce yapısı geliştirebilir. Çocuğun şiddete uğruyor olması ise benlik ve değerlilik algısını tamamen yok eden bir durumdur. Bu durum çocuğun kendisini değersiz, işe yaramaz, hep sorun çıkaran bir varlık olarak algılamasına neden olur. Özellikle okulda özgüven eksikliğine neden olan konu ise çocuğun akademik zorlukları karşısında ebeveyn desteği alamamasıdır. Örneğin matematikte bir konuyu anlamayan ve bu konudan ödev alan çocuk evde aile üyelerinden destek alamaması durumunda kendini yetersiz, çaresiz ve işe yaramaz olarak algılayabilir bu nedenle de okul ortamında kendisini daha geride tutabilir. Özellikle okul öncesi dönemdeki çocukların, ailelerinin dâhil olduğu inanç sistemi çerçevesinde günah, ayıp, Allah seni çarpar gibi ifadelerle yargılanması da çocuğun kendisine yönelik benlik algısının bozulmasına katkı sağlayacak özgüven eksikliğini destekleyecektir.  Toplum ve medya da önemli faktörlerden bir diğeridir. Toplumsal yargılamalar, toplum içerisinde ayrıştırmaların, karşılaştırmaların yapılması, medyanın özellikle ergenlik dönemindeki çocuklar için ideal kişi profili çizmesi ve çocukların bu profile ulaşmak isterken kendilerini kabullenememeleri buna bağlı olarak eksik, beceriksiz, uyumsuz, toplum dışı olarak algılamalarına neden olmaktadır.

Yukarıda bahsetmiş olduğum bütün faktörler çocukların benlik, öz değer, öz saygı, öz beğeni algılarını bozarak, aile, eğitim ve sosyal hayatını, kendi iç dünyasını olumsuz olarak etkilemektedir.
  Durum bu kadar önemli iken Çocukların özgüvenlerini nasıl geliştireceğiz? Sorularını duyar gibiyim.

Öncelikle ilk bebeklik döneminde anne ile bebek arasında güvenli bir bağlanma gerçekleştirilmelidir. Bebek annesinden ihtiyaç duyduğu sevgi, ilgi ve bakımı alabilmelidir. Çocuklar yeni bir şeyler öğrenmeye ve keşfetmeye başladığında ise bu davranışları engellenmemelidir. Çocuğun keşfettiği veya yeni öğrendiği konu üzerinde ebeveynler çocuklar yardıma ihtiyaç duyduğunda yardımcı olmalıdır.  Çocuklara başardıkları şeyler için motivasyon ödülleri verilmelidir. Ancak bu ödüllendirme makul olmalıdır. Aferin, Bravo, harikasın gibi motivasyon cümleleri başarıları ardından kullanılmalıdır.
Tüm bunların yanında iyi bir rol model olmalısınız. Eğer ebeveyn olarak sizlerde kendinizde özgüven eksikliği olduğunu hissediyorsanız unutmayın yanınızda sizleri birebir kopya eden çocuklarınız var bu nedenle çocuğunuzun öz güven eksikliği arkasında sizden almış olduğu davranış modelleri olabilir.
Çocuklarınıza yönelik haksız eleştirilerde bulunmayın. Yaptığınız eleştirileri açıklayın.
Çocuklarınızın yapamadıklarından çok yapabildiklerine odaklanın.  Başarılı oldukları alanlara yönlendirerek bu yönlerini geliştirmelerine yardımcı olun.
Çocuklarınıza iletişime açık olduğunuzu hissettirin. Sizden yardım alabilme konusunda kendilerini güvende hissetmelerini sağlayın.
Akademik anlamdaki başarısızlıklarını yargılayarak ve etiketleyerek gündeme getirmeyin. Yani tembelsin, akılsızsın gibi kelimelerle etiketlemek yerine bu konuda eksik olan neydi?,  Sence daha başarılı olabilmemiz için neye ihtiyacımız var?  gibi sorularla kendi eksiklerini fark etmesini ve bu eksikleri gidermek için motive olmasını sağlayın.
Yapmış oldukları hatalar karşısında orantısız cezalar vermeyin. Mümkünse hiç ceza vermeyin. Olumsuz davranışı ve sonuçlarını üzerine konuşun. Her zaman yanında olduğunuzu ve onu desteklediğinizi kendisine hissettirin.
Çocuklarınıza vakit ayırın ona değerli olduğunu, onu önemsediğinizi hissettirin.
Çocuğunuza ve sınırlarına saygı duyun. Kişisel alanına girdiğinizde izin isteyin. Bu ona özsaygı duygusunu geliştirmesinde yardımcı olacaktır.
Ve en önemlisi çocuklarınıza sevginizi gösterin bu kendisini kabul edilmiş ve sevilmeyi hak eden biri olarak algılamasını sağlayacaktır.

Aile Danışmanı Psikolog
Büşra Epözdemir