22 Ekim 2016 Cumartesi

BENİM AİLEM SAĞLIKLI MI ?

                                                    BENİM AİLEM SAĞLIKLI MI ?

    Her birey yaşama bir aileye katılarak başlar. Birey aile içerisinde gelişimini sürdürürken kendisini bir sistem içerisinde bulur. Biz buna AİLE SİSTEMİ diyeceğiz.
 Peki bu sistem içerisinde nerler var?
    Aile sistemi küçük çapta anne, baba ve çocuğu ifade ederken , geniş çaplı olarakta nineler, dedeler, teyze, amca ,dayı , hala, kuzen gibi bir topluluğun etkileşimi, iletişimi, rol paylaşımı, ev içi kurallları gibi durumları ifade eder. Öyleki bu sistem tamamen kişiler arası ilişki ve iletişime bağlıdır.
    Ailede bir birey problem yaşadığı zaman, bu problem tüm aile üyeleri üzerinde farklı etkiler oluşturur. Örneğin ailedeki bir çocuğun ciddi bir rahatsızlıktan dolayı hastahanede yatmak zorunda kalması aile sistemi (düzeni) üzerinde bazı problemlerin oluşmasına neden olacaktır. İşte bu noktada ailenin bu problemle baş etme yöntemi, ailenin düzenini sağlıklı bir şekilde sürdürmesine veya sisteminin bozulup başka problemlerin oluşmasına neden olacaktır.

    Öyleyse aileler problemli bir durumla karşılaştıkları zaman sistemlerini nasıl sağlıklı tutacaklar ?

  Aileler sistemlerini bozacak problemlerle karşılaştıklarında aile içinde  bu probleme işaret eden geri bildirim almaya başlarlar. Örneğin yeni bebek sahibi olan bir çift düşünelim. Bebek konusunda tecrübesi olmayan bu çiftimiz bebeğin ağlaması üzerine bir sorun yaşamaktadır. Baba eşini bebeği susturamamak ile suçlar ve eşler arasında çatışma çıkar. Böylesi bir durumda çift sorunu çözme yöntemi olarak sürekli tartışmayı seçerse muhtemelen ilişkileri gittikçe zedelenecek ve daha sıkıntılı bir sürece doğru ilerleyecektir. Sonuç olarak sağlıksız bir aile yapısı oluşacaktır. Eğer bu çiftimiz daha birbirine destek olacak , birbirlerini suçlamadan sorunun çözümüne odaklanacak olursa sorunu işbirliği içerisinde daha kolay şekilde çözecek aile dengelerini koruyacak önlemler alacaktır. Bu nokta sorunun algılandığı bu geri bildirimi doğru değerlendirmemiz ve soruna sorun olarak değilde 'Bu sorunu nasıl çözebiliriz' bakış açısıyla bakmamız gerekecektir.
  Ailelerin sistemlerini sağlıklı tutmaları için önemli olan bir diğer konu ise aile üyelerinin birbirlerine ve ailelerinin bütününe olan bağlılığıdır. Sağlıklı bir ailede  kişiler aile üyelerinin gelişimi için fedakarlıkta bulunurlar. Beraber zaman geçirmekten zevk alırlar. İyi günde ve kötü günde biribirlerine destek olurlar. Aile içerisinde sadakat vardır. Aile içinde küslük ve alınganlık gibi durumlar uzun sürmez. Tüm bunlar ailenin iç dinamiğini canlı tutar ve bir güven ortamı oluşturur.
    Sağlıklı bir aile sistemi içerisinde karşılıklı sevgi, saygı ve övgü vardır. Sofradan kalkarken yemeği pişirene ellerine sağlık demekten çekinilmez. Başarılı olan bir aile üyesi başarısından dolayı takdir edilir, şımarır düşüncesiyle başarısızlılığını görmezden gelme davranışı sergilenmez. Kişisel şiddet ve kavga durumları yaşanmaz. Gergin bir ortam aile üyelerinin birbirlerine olan analyışlı yaklaşımıyla yumuşatılır.
   Sağlıklı aileler birbirleri ile vakit geçirmek konusunda isteklidirler. Beraber geçirdikleri vakitten zevk alırlar. Beraber günü birlik piknikler, konserler, sinema, yürüyüşler gibi etkinlikler düzenlerler. Ve bu etkinlikleri sırf yapmış olmak için değil beraber paylaşımlar yaparak kişsel görüşlerini ifade ederek verimli bir şekilde gerçekleştirirler. Yani çocuğu ile parka çıkan bir baba çocuğunu oyun alanına bırakıp elindeki dergiyi okumaya koyulmaz. Bunun yerine çocuğu ile oyun alanında oynamayı tercih eder. Ölüm, yıldönümü, evlilik gibi aile için önem taşıyan zamanlarda birlik ve beraberlik içerisinde olurlar. Duygu, düşünce ve yaşam tecrübelerini paylaşarak aile bütünlüğü hissi içerisinde olurlar.
   Sağlıklı aileler etkili iletişim örüntülerine sahiptir. Aile içerisinde sözel ve sözel olmayan ifadeler yargılayıcı, suçlayıcı , bastırıcı, küçük düşürücü bir tavırda sergilenmez. Odasını toplamayan bir çocuğa 'çok pasaklısın, ne dağınık bir insansın' demek yerine 'odan biraz dağılmış sanırsam beraber bir bakalım mı? İstersen sana toplamanda yardımcı olabilirim?' gibi teşvik edici bir tavır sergilenir. Aile üyeleri birbirlerini can kulağı ile dinlerler ve bunu beden dilleri ile de desteklerler. Dinleme esnasında göz teması kurarak konuyla ilgili geribildirimler verirler. İletişimlerine empatik ve anlayışlı bir düşünce yapısı eşlik eder. Söz almak için yarış, rekabet yaşanmaz. Herkes konuşması gerektiği zaman konuşabilir ve söz hakkı alabilir. Kimsenin sözü kesilmez. Konuşulan konu hakkında sessizliğe bürünülmektense aile üyeleri her konuyu açıkça ortaya koyarak adeletli bir şekilde tartışırlar.
 Aile için üzerinde konuşulması zor olan konular açıldığında rahatlatıcı bir konuşma yapılır gerekli durumlarda konu üzerine mizahda bulunulur. Konu aile üyeleri üzerinde üzüntüye neden oluyorsa konu kapatılmaz aksine üzerine daha çok konuşularak çözüm aranır.
  Aile içerisinde rollerin açık olması oldukça önemlidir. Bu roller net bir şekilde  ve üzerine konuşularak belirlenmiştir. Ve bu roller bireylerin koşullarına uygundur. Örneğin büyük kız çocuğunun anne rolüne bürünmesi ve bu rolün kardeşlerce ablaya verilmiş olması, bu role hazır olamayn bir abla için sorun oluşturabilir. Bu nedenle roller kişilerin becerilerine uygun bir şekilde belirlenir.Sorumluluklar kişilerin özelliklerine göre verilir. Roller karşılıklı olarak değiştirilmeye elverişlidir ve esnektir. Gerekli durumlarda rol ve sorumluluk değişimi gerçekleştirilebilinir.
    Sağlıklı ailelerde kuşaklar arası koalisyon yoktur yani dede ile baba ağız birliği  yaparak evin küçük çocuğunun davranışlarını kendi dönemlerine göre değerlendirip, 'bizim zamanımızda...' diye başlayan cümleler kurararak  yargılamalarda bulunmaz. Aile üyelerinin ilişki sınırları bellidir. Herkes anne,baba, dede, nine, kardeş ile nasıl bir iletişim sınırı koyması gerektiğini bilir. Yani çocuk babasına çocuğuymuş gibi davranmaz.
Ev kuralları aile üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik belirlenmiştir ve duruma göre değiştirilebilinir esnekliktedir. Örneğin 16 yaşında iken eve giriş saati 8 olan bir çocuğun 25 yaşında işten geç çıkan bir genç olduğunda eve giriş saati aynı olmayacaktır.
    Kriz durumlarının ele alınış şekli de aile sağlığı açısından oldukça önemlidir. Sağlıklı aileler beklenmedik bir durumla karşılaştıklarında 'eyvah bittik, mahvolduk' şeklinde sorunu ele almaktansa daha pozitif ve sağduyulu bir şekilde değerlendirme yaparlar. Aile içerisinde bir kayıp yaşandığı zaman bu durum açık bir şekilde ifade edilir ve tanımlanır. Mesela iflas etmiş olan bir baba iflasını aile üyelerinden gizlemektense her bir üyeyi karşısına alarak durumu açıkça anlatır ve değerlendirmeye sunar.
 
    Buraya kadar bahsedilen konulardan da anlaşılacağı üzere sağlıklı bir aile yapısının sırrı, öncelikli olarak ailelerin birbirlerine olan bağlılığında, geliştirmiş oldukları etkili iletişim örüntülerinde, aile içi rollerin ve sorumlulukların açıkça belirlenmiş olmasında, aile içi kuralların aile sisteminin ihtiyaçlarını karşılamaya uygun olmasında, sonra ise ailenin sorunlara karşı bakış açısı ve geliştirdikleri çözüm yollarında saklıdır. Aile sistemimizin içerisinde bulunan  ve belkide bir çoğunun farkında olmadığımız tüm bu etkenler aile sağlığımız üzerinde belirleyici durumdadır.
   Sizlerde kendi ailenizi bu çerçevede değerlendirerek eksik olan gelişmesi gerekn konular üzerinde çalışarak aile sağlığınıza destekte bulunabilirsiniz.


 Sağlıklı bir aile yaşantısı dileği ile ...
  
   
 
 
  
  



    

1 Ekim 2016 Cumartesi

ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ




           ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ


   Herkesin çok sık duyduğu bir durumdur özgüven eksikliği. 
Bir çok ebeveyn çocuğunun çok pasif olduğundan başkalarıyla konuşmaya çekindiğinden yakınır, kimi öğretmen bazı öğrencilerinin derste parmak kaldırmaya çekinmesinden bahseder, kimi çalışan patronuna karşı kendisini hep suçlu hissettiğini işinde başarılı olmadığını söyler, bazı kişiler ise sosyalleşememek ile ilgili bazı problemler yaşar. Tüm bu durumlar ve daha fazlası özgüven eksikliğinin bir işareti olabilir. Bu yazımızda özgüven eksikliğinin nedenleri, özgüven eksikliği yaşayan kişilerin hisleri, düşünce kalıpları ve özgüven eksikliği ile başetme yolları üzerine konuşacağız.

Özgüven Eksikliğinin Nedenleri Nedir ?

    İnsanlar yaşamış olduğu denyimlerden mesajlar alırlar ve almış oldukları bu mesajlar düşünce sistemini oluşturur. Örneğin yapmış olduğu bir davranış sonucunda olumlu sonuç alan bir kişi bu durumla ilgili olumlu bir düşünce yapısı geliştirir ancak olumsuz bir sonuç alan bir kişi ise olumsuz bir düşünce sistemi geliştirir.

   Bu düşünce sistemi geliştirme durumunu özgüven eksikliği ile bağdaştıracak olursak ilk çocukluk dönemi deneyimlerimizin etkisini göreceğiz.

   Özgüven eksikliğinin oluşması sürecinde ilk çocukluk dönemi deneyimleri oldukça önemlidir. Bu dönemde oluşturmuş olduğumuz düşünce kalıpları sonraki dönemlerimizde bizi takip etmekte ve kurduğumuz yeni düşünce kalıplarına yön vermektedir.

   Çocukluk döneminde ebeveylerin anne-babalık görevlerini yerine getirmemesi veya anne-babanın çocuğunu redetmesi, çocukluk döneminde istismara uğramış olmak, yaş itibari ile ihtiyaç duyulan arkadaş grubuna dahil olamamak, çevredeki insanların olumsuz tutumlarına maruz kalmak, diğer insanlar tarafından önyargılı davranılan bir aile veya sosyal gruba dahil olmak, dahil olduğu aile veya sosyal grup tarafından dışlanıyor olmak, sevgi, şefkat, ilgi gibi duyguların eksikliğini yaşamak gibi durumlar özgüven eksikliğinin temellerini atmaktadır.

Geçmiş Yaşamdaki Deneyimler

   Geçmiş, yaşamımızdaki önemli insanların bizlerle olduğu, onların bizi değerlendirdiği, yargıladığı, eleştirdiği , başkalarıyla karşılaştırdığı anlarla dolu bir zaman dilimidir.  Bizler tüm bu bilgileri zihnimizde taşırız.Özgüven eksikliği yaşayan kişilerde zihinlerinde taşıdıkları bu karşılaştırma ve yargılar ile aynı bu kişiler gibi kendilerini yargılamaya ve karşılaştırmaya devam ederler. Örneğin oğlunun sürekli beceriksiz ve işe yaramaz biri olduğunu söyleyen bir babanın oğlu muhtemelen yaşamı boyunca yaptığı hatalarda kendisini babası gibi suçlayacak, kendi kendine işe yaramaz ve beceriksiz olduğunu hatırlatacaktır.  
   Böyle bir durum negatif bir kişisel algı oluştur ve özgüven eksikliğinin altında yatan temel düşünce formlarını oluşturur.

   Geçmiş ile ilgili bir diğer konu ise çocukluk döneminde gelişmiş olan bu negatif düşünce formlarının çocuksu bir bakış açısıyla gelişmesidir. Çocukluk döneminde deneyimlenmiş olan olumsuz bir sonuç çocuksu bir bakış açısyla yanlış algılanıp, yanlış değerlendirildiği için yanlış değerlendirilmiş deneyimleri bize gerçekmiş gibi algılatabilir.Ve bizler hatalı algıları bugünümüze taşıyarak aynı sonuca ulaşacağımız düşüncesiyle özgüven eksikliği yaşıyor olabiliriz. Bu düşünceler belki yaşanmış olduğu döneme uygun olabilir ancak şuan bize yardımcı olmuyor ve zihnimiz tarafından benzer durumlar eskileriyle ilişkilendiriyor.

Önyargılar

   Geçmiş yaşantımızdan elde etmiş olduğumuz olumsuz deneyimler ve bunlara bağlı gelişen olumsuz düşünceler zamanla kalıplaşarak sorgulanmaksızın kabul edilen önyargılara dönüşür. 
    Bu durumda iki süreç ortaya çıkar;
1) Kişi kendi negatif düşüncesine uygun olan her türlü düşünce ve deneyimi göz önünde bulundururken, bu düşünceye ters düşen ve bu düşüncenin işlevsizliğini ispat eden her türlü düşünce ve sonucu görmezden gelir.
2)Kişi deneyimlediği durum olumlu sonuçlansa dahi bu durumu çarpıtarak olumsuz bir sonuç elde edeceği düşüncesine bağlı kalır. Örneğin bir kişi arkadaşı tarafından görünüşü ile ilgili övgü aldığında  ' Ne yani önceden daha çirkin göründüğümümü ima etmek istiyor' veya 'Bu doğru değil beni iyi hissettirmek için böyle söylüyor' diye düşünebilir.

   Özgüven eksikliği sürecinde geçmiş yaşantımızdaki deneyimlerimiz ile önyargılarımız işbirliği yaparak beklediğimiz olumsuz sonuçlara dikkatimizi çeker, olumsuz durumların aynı koşullarda hep var olacağına bizi inandırarak  bizleri geri planda tutar. Bu durumda kişi asıl gerçeği göremez ve kendi zihninde kurduğu asılsız sonuçlara dayanarak kendisini yargılar.

Yaşam Kaideleri
   Geçmiş yaşantımızdaki deneyimlerimiz yaşamsal zorluklarla başedebilmemiz için kurallar oluşturur. Zihin geçmişteki olumsuz deneyimi haklı ve her zaman aynısı olacak şeklinde kodladığı için kişi buna göre kural oluşturacak. Mesela 'başarısız olmaktansa hiç denememek daha iyidir' gibi bir yaşam kaidesi olan bir kişi attığı her adımda olumsuz sonuç elde edeceğine inanadığından dolayı asla yeni bir adım atmayacaktır. Böylece geçmişten gelen düşüncelerini pekiştirecektir. 

ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ YAŞAYAN KİŞİLER NASIL HİSSEDER ?
   Özgüven eksikliği yaşayan kişiler genellikle korku ve kaygı içindedirler. kendilerinde bir sorun olduğunu düşünürler ve diğer insanların sürekli onları izlediği, kendilerininde sürekli aptalca şeyler yaptıkları inancındadırlar.
   Kendilerinin değersiz olduğu  ve sevilmeye layık olmadıkları düşüncesindelerdir. Bu düşüncelerle kendilerini utanmış,küçümsenmiş,depresif  ve çaresiz hissedebilirler.
   Sosyalleşmekte zorluk yaşarlar. Bu kişiler başkalarının kendileriyle dalga geçeceği, reddedilecekleri, kendilerine saygı duyulmayacağı ve diğer kişilerin kendisinden daha üstün olduğu düşüncesindedir. Bu nedenle zihinlerindeki bu düşüncelerin gerçekleşmesini sağlayacak bulgular ararlar. Oldukça kırılgan ve hassas duygulara sahiptirler. Zihinlerindeki bu negatif düşüncelerden dolayıda sosyal ortamlara girmekten çekinirler.
    Özgüven eksikliği yaşayan kişilerin tecrübe ettiği bir diğer duygu ise kendilerini hep eksik hissetmeleridir. Kendilerini sürekli başkaları ile kıyaslarlar  ve kendi eksik yönlerine odaklanırlar. 
   Duygularını paylaşmak istemezler. Reddedilmekten veya başkalarını üzmekten korktukları için duygularını bastırabilirler. Bu nedenlede pasif kalmayı tercih ederler.

  
   Genel olarak baktığımızda özgüve eksikliği geçmişimizden ve çocukluk tecrübelerimizden başlayarak gelişen düşünce kalıplarımızın, önyargılarımızın ve yaşam kaidelerimizin bir sonucu olarak bugünümüzde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Varlığı ile bizleri yorucu duygu ve durumlarla karşı karşıya bırakıyor. Yaşam kalitemizi azaltıyor.

   Peki özgüven eksikliği ile nasıl başedebiliriz ?
 Bu süreci yoğun ve yaşamsal aktivitelerimizi işlevsizleştirecek bir şekilde deneyimliyorsak bir uzman yardımına başvurmamız süreci daha verimli atlatabilmemiz açısından faydalı olacaktır.

 Bunun dışında bu süreci aşabilmek için ;

1) Kendinize karşı yönelttiğimiz eleştirel düşünceleri tekrar değerlendirebiliriz. Bu eleştirel düşünceler gerçekten bize mi ait yoksa başkası tarafından bize yöneltilmiş bir düşünce mi ?
2)Becerilerimize ve başarılarımıza odaklanarak kendinize karşı geliştirmiş olduğunuz önyargılarımızı kırabiliriz.
3)Bizi hep aynı olumsuz döngü içerisinde tutatan yaşam kaidelerimizi değiştirebiliriz. Çünkü aynı davranışlarla aynı sonuçlara ulaşacağımız bir gerçek.
4)Geçmiş deneyimlerimizi yeniden değerlendirip bugünle arasındaki farkı keşfedebiliriz.


Unutmayalım;
Kendisiyle savaşan insan değerli insandır. (Jackson Brown)
Şimdi ise olumsuz düşüncelerimizle savaşma zamanı...

Aile Danışmanı Psikolog Büşra Epözdemir


3 Ağustos 2016 Çarşamba

STRES VE STRES İLE BAŞETME YOLLARI

STRES VE STRES İLE BAŞETME YOLLARI

   Stres... stres...stres... Ne çok kullanır olduk bu kelimeyi.'Gelmeyin üstüme çok stresliyim.','Şimdi stresten çatlayacağım ayol.', 'Sınavım var kanka çok stresliyim.' vs..

   Stres hayatımızın her alanında ve oldukça kontrolsüz bir şekilde aramızda dolanıyor. Onu bir yakalarsam ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Ama önce onu bulmam lazım.

   İlk önce şu stres neymiş bir tanıyalım. İngilizce kökenli olan bu kelime 'baskı, gerilme' anlamını taşıyor. Hayatımızın her alanında evde, okulda, işte,sokakta, trafikte hatta kendi içimizde bile karşımıza çıkabilecek bir durum.
   
         Peki psikoloji nasıl tanımlamış bu durumu acaba ???
  
  Psikoloji der ki ; Stres organizmanın kendisini rahatsız eden bir ortamda verdiği bir cevaptır. 

  Hımm yani insan doğasında olan doğal bir durum. Eee peki sonra.

  Sonrası şöyle bir uyarıcıyla karşılaşırız ve bu uyarıcıya bir tepki veririz. Stres iyi ve kötü deneyimler ile iki türlü ortaya çıkabilir. 
   
   Nasıl yani ????

  Şöyle ki evlilik,yeni bir işin ilk günü, okulun ilk günü gibi hoşumuza giden ancak aynı zamanda bizi streslendiren durumlar şeklinde veya belirsizlik,zor bir durumda kalma gibi olumsuz nedenler dolayısı ile oluşabilecek stres şeklinde ortaya çıkabilir.

   Tabi stres ortaya çıkarken bazı fizyolojik değişimlere de neden olur. İnsanlar stresli bir durumla karşılaştıklarında bedenleri kanlarına karışan kimyasallar nedeni ile bazı tepkiler verir. Bu kimyasallar beden tarafından üretilir, kişiye güç ve enerji verir. Eğer bu stresin nedeni fiziksel bir tehlike ise bu iyi bir şey çünkü kimyasalların vermiş olduğu güç ve enerji ile savaş veya kaç reaksiyonunu vererek kendimizi bu tehlikeden koruyabiliriz. Ancak stresimiz duygusal bir duruma tepki olarak ortaya çıkmış ise ve bu ekstra enerji ve gücü dışa vurabileceğimiz bir çıkış yok ise işte o zaman stres bizim için sıkıntılı bir durum olmaya başlayabilir.
  
   Stresli durumlarda bedenimizde kan basıncı artışı, daha hızlı nefes alıp verme, sindirim sisteminde yavaşlama, kalp atışlarımızda artış, bağışıklık sistemimizde güçsüzleşme,kaslarımızda gerilme, yüksek alarm durumunda olduğumuzdan dolayıda uykusuzluk gibi durumlar ortaya çıkabilir.

   Çok fazla strese maruz kaldığımızda ise migren,üst solunum yolu hastalıkları, kalp hastalıkları, bel ağrısı, kilo alma, egzama gibi bir çok rahatsızlıkla karşı kaşıya kalabiliriz. Bunun yanında psikolojik olarak da kızgınlık,kaygı, tükenmişlik,depresyon,güvensizlik hissi, unutkanlık, asabiyet, konsantrasyon eksikliği, yorgunluk, üzüntü gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliriz.

  Durum biraz can sıkıcı olamaya başladı sanki. Peki bu strese neden olan şeyler nedir?

  Herkesin kendi yaşantısına göre farklı stres tetikleyicileri vardır. Ancak genel olarak bir kategorileme yapacak olursak;
  İş hayatında, uzun çalışma saatlerine maruz kalmak,ağır sorumluluklar yüklenmek,sevmediğin bir mesleği yapıyor olmak,zor ve tehlikeli koşullarda çalışıyor olmak ve iş yerinde ayırımcılığa maruz kalmak gibi bir çok neden olabilir.
  
  Bunun yanında yaşam deneyimleri de bir başka stres kaynağıdır. Örneğin boşanma, sevilen birinin vefatı, evlilik,duygusal problemler, aile üyelerinin sorumluluğunu taşıyor olamak, iş kaybı,beklenmeyen olaylarla karşılaşmak, hastalık, deprem,saldırı gibi travmatik olaylar yaşamak yaşantısal stres kaynakları arasındadır.

  Aynı zamanda kendi içimizde de stres oluşturabiliriz. Bu streste kişinin hayatında meydana gelen ani değişikliklerle, kişinin hayata ve dünyaya olan bakış açısı, stresli olaylar karşısındaki tutumu,kişinin gerçekçi olmayan beklentileri, korku ve belirsizlikler (ki son darbe ve terör olaylarında hepimiz bu stresi yaşadık) nedeni ile ortaya çıkabilir.

    Gerçekten de hayatımızın her alanında hatta içimizdeymiş bu stres. Şimdi sıra nasıl baş edeceğimize geldi bu küçük şeytanla...

   İlk ve en önemli adım üzerimizde stres oluşturan durumu belirlemek ve onu tanımak. Hangi durumlarda üzerimizde stres oluşuyor?, Ne sıklıkla oluyor ?, Bu stresli durumla karşılaştığımızda nasıl tepkiler veriyoruz?, Verdiğimiz tepki stresimizi azaltarak bize iyi geliyor mu ? gibi sorularla durumumuzu değerlendirebiliriz.
  Bu aşamadan sonra aşağıda bahsedeceğim yollarla stresimizi azaltmayı deneyebiliriz.

1) Hareket etmek

  Yürüyüş yapmak,müzik dinlemek, dans etmek, merdiven kullanmak, çocuklarımızla veya arkadaşlarımızla oyunlar oynamak gibi aktiviteler stresin bedenimizde oluşturmuş olduğu enerjiyi atmamıza yardımcı olacak aynı zamanda bizi kızgınlık,gerilim,öfke gibi ruh hallerinden de koruyacaktır.

   Oldukça eğlenceli görünüyor  

2) Düzenli Egzersizler Yapmak
  
    Düzenli olarak yapacağınız yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet sürme gibi aktivitelerle dikkatinizi zihninizde stres oluşturan düşüncelerden uzaklaştırarak bedeninize odaklayıp, nefes alış verişinizi takip ederek üzerinizde stres oluşturan durumdan zihninizi uzaklaştırabilirsiniz.

3) Sosyalleşmek

    Sosyalleşmek stresi azaltmak açısından oldukça etkili ve hızlı bir yoldur. İnsanlarla yüz yüze konuşmak, göz kontağı kurmak, destek almak size oldukça iyi gelebilir.

4) Üzerinizde Stres Oluşturabilecek Durumlardan Uzak Durmak

   Hoşunuza gitmeyen, sizi strese sokan durumlarda ' Hayır' diyebilmek zaten içerisinde bulunduğumuz stresin artmasını engelleyecektir.
   Üzerimizde stres oluşturan insanlardan uzak durmanız size iyi gelebilir. Bu kişilerle görüşme sürenizi azaltabilir veya ilişkinize bir sınır koyabilirsiniz.
   Çevrenizde stres oluşturan durumlardan uzak durabilirsiniz.

5) Üzerinizde Stres Oluşturan Durumu Değiştirmeyi Denemek

   Üzerinizde stres oluşturan kişiyle sakince konuşup duygularınızı ifade ederek iletişim kurmayı deneyebilirsiniz.
   Veya karşınızda stres oluşturacak davranış sergileyen kişilerle bu davranışı gerçekleştirmemesi üzerine anlaşmaya varabilirsiniz.
    Zamanınızı düzenli olarak planlayın. Planınızda aksamalar olduğunda yeniden düzenleme yapabilme esnekliğini kendinize tanıyın.

6) Sağlıklı Bir Yaşam Tarzı Benimseyin
   
   Yediklerinize dikkat edin, sağlıklı ve düzenli beslenin. Uyku saatlerinize dikkat edin. Uykusuzluk önemli bir stres kaynağıdır. Alkol, sigara  gibi zararlı maddeleri tüketmekten uzak durun.


İşte hepsi bu...

   Yaşamımızın her anında bulunan ve bize bunca sıkıntı yaşatan stresi belki kontrol edemeyiz ancak kendimizi kontrol edebiliriz. Üzerimizde stres oluşturan  durumları belirleyip  onları tanıdıktan sonra neler yapabileceğimizi artık biliyoruz.

   Unutmayın yaşam her an sorunlarla karşılaşılabilecek bir yerdir ancak yaşamı güzelleştirecek olan bizim ona karşı yaklaşımımız olacaktır.




Aile Danışmanı Psk. Büşra Epözdemir 


2 Temmuz 2016 Cumartesi

ÇOCUKLARDA ALTINA ISLATMA PROBLEMİ VE TUVALET EĞİTİMİ




          ANNE BEN ALTIMA YAPTIMMM
 ÇOCUKLARDA ALTINA ISLATMA PROBLEMİ VE TUVALET EĞİTİMİ

  Banyoda geçen saatlerce beklemeler, yarı ıslanmış yerler, yataklar, masumane ve bir o kadar kaygılı gözlerle size bakan pantolonu ıslanmış yavrunuz... Evet tam olarak bahsettiğimiz tuvalet eğitimi süreci. Bu süreç bazı aileler için çok rahat bir şekilde atlatılabilirken bazı aileler için ise kabusa dönüşebiliyor. Peki neden böyle oluyor? Tuvalet eğitimi için ideal yaş nedir? Bu eğitimi nasıl yapmalıyız ve nelere dikkat etmeliyiz? Tuvalet eğitimi konusunda bu tarz sorulara sık sık rastlamaktayız.


ACABA ÇOCUĞUM TUVALET EĞİTİMİ İÇİN UYGUN BİR DÖNEMDE Mİ?

Çocuklar ortalama 2 yaş civarında tuvalet eğitimine ilgi duymaya başlarlar ancak bu bir tür çan eğrisi gibidir yani bazı çocuklar daha erken bir dönemde tuvalet eğitimi alabiliyorken bazı çocuklar ise üç hatta dört yaşlarında tuvalet eğitimine yönelebiliyorlar. Bir çocuğun tuvalet eğitimini alabilmesi için zihinsel,fiziksel,gelişimsel ve sosyal açıdan belli bir olgunluğa ulaşması gerekmektedir.

 Fiziksel olarak çocuğun annesinin yardımı alarak veya bir yerden destek alarak tuvaletin üzerine oturabilecek, elbiselerini çıkartabilecek ve tekrar giyinebilecek psikomotor ve kaba motor gelişimini belli bir seviyeye getirmiş olması ve oyun oynamayı bırakıp tuvaleti bitene kadar tuvaletin üzerinde durması gerektiğini bilmesi gerekir.
     Zihinsel olarak; çocuğun beyninin tuvaletini mesanesinde tutması gerektiği mesajını alması ve çişini ve kakasını tuvalete gidene kadar tutması gerektiğini anlayabilecek derecede olgunlaşmış olması gerekmektedir. Ayrıca çocuğun tuvalete gitme dürtüsü ve tuvalet arasındaki ilişkiyide iyi bir şekilde anlaması gerekmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz durumların algılanması genllikle 1,5-2 yaş aralığında başlar ancak bazı çocuklarda daha geçte gerçeleşebilir.
     Gelişimsel açıdan çocuğun anatomik olarak bölgesel bir olgunluğa oluşmuş ve  'Tuvaletimi kendim yapmak istiyorum' diyebilecek yeterliliğe sahip olması gerekiyor. kendi tuvalet ihtiyacını bağımsız olarak karşılayabilecek beceriye sahip olması gerekmekte.
      Sosyal açıdan ise çocuğun diğer insanlarında tuvalete gittiğini anlayacak ve bu durumu taklit edebilecek farkındalığa sahip olması gerekmektedir.
      Yukarıda bahsettiğimiz gelişimleri çocuğunuzda olduğunu düşünüyorsanız. Küçük yavrunuz artık tuvalet eğitimine hazır demektir.

      İYİ BİR TUVALET EĞİTİMİ NASIL OLMALIDIR ?

     Öncelikle bu konuda çocuğunuza karşı olan tavrınız çok önemli. Bu geçiş sürecinde çocuğunuza karşı baskıcı ve kızgın tavırlar sergilemek yerine daha anlayışlı, isteklerini dinleyen, zorlayıcı olmayan tavırlar sergilemeniz daha faydalı olacaktır. 
     İlk olarak eğitime başlamadan bir kaç gün önce bezini artık kullanmamanız gerektiğini, arkadaşlarının ve çevresindeki insanların bez kullanmadıklarını belirtmeniz, çocuğunuzun bezden ayrılması gerektiği fikrine alışmasını sağlayacaktır. Bezini zorlayarak değil kendi arzusuyla çıkartmanız gerekmektedir. 
    Tuvalet eğitimini tamamlamış arkadaşlarıyla bir araya getirmek ve örnek göstermek bu konuda faydalı olacaktır.
     İkinci aşamada çocuğunuza tuvaletini nasıl yapması gerektiğini uygulamalı göstermeniz öğrenmesi açısından yol gösterici olacaktır.
     Bir diğer önemli konu ise çocuğunuzu tuvaleti geldiğinde size söylemesi için cesaretlendirmeniz olacaktır. Onlar için bezden ayrılmak ve tuvalet ihtiyacını belirtmek utanç verici,eksiklik hissi oluşturacak bir durum olabilir veya oyuna dalabilirler. Bu nedenle çocuğunuza sık sık tuvaleti geldiğinde size söylemesini belirtmeniz destekleyici olacaktır. 
    Ayrıca geceleri belirli saatlerde çocuğunuzu tuvalete götürmeniz gece altına kaçırmaları önlemek adına size yardımcı olacaktır. Burada çocuğunuzun uyanık olması ve tuvalete gittiğinin farkında olması önemli bir nokta. Tuvalet eğitimini alışkanlık haline getirmek amacıyla çocuğunuz her tuvaletini söylediğinde, altını ıslatmadığında veya tuvaletini doğru bir şekilde yaptığında yıldız gibi veya öpmek, sarılmak gibi küçük ödüller vermeniz faydalı olacaktır.
.
     Tuvalet eğitimini verirken aynı zamanda çocuklarımıza temizlik alışkanlığınıda kazandırmaktayız bu anlamda sabun kullanma, musluk açma kapama , sifona basma gibi alışkanlıklarıda edindirmekteyiz. Tuvalet eğitimi kolay bir süreç değildir bu yüzden, sabırlı, istikrarlı ve sakin olmanız çocuğunuzun eğitimi açısından faydalı olacaktır.
    
     ALTINA KAÇIRMALAR

Anne ve babaların bütün çabalarına rağmen çocuklarda altına kaçırmalar görülmektedir. Çogu zaman bu durum anne- babaların paniklemelerine neden olabiliyor. Aslında ortada panikleyecek bir durum yok. Çocukların eğitim sürecinde altına kaçırması, uyurken yatağını ıslatması, sürecin getirdiği normal bir durumdur Çocukların uykuları çok derin olduğundan dolayı uyanamamaları ve altlarına kaçırmaları olasıdır. Bu gibi durumarda alışana kadar geceleri altı bezlenebilir ancak mutlaka belirli saatlerde uyku arasında tuvalete uyandırılmalarıdır. 4 ve 5 yaşına kadar yataklarını ıslatmaları normal bir durumdur.
   Bazen kazayla altına kaçırmalar gerçekleşe bilir. Çocuk oyuna veya televizyona dalmış ve altına kaçırdığını farketmemiş olabilir. Bu gibi durumlarda bunun bir kaza olduğu, kendisini suçlamadan belirtilmesi ve temizlemek için 'üstünü değiştirebilirmiyiz' denmesi önemlidir. Bu tavır çocuğun bulunduğu durumun kötü bir şey olmadığını hissettirecek ve utanmasını engelleyecek bir tavırdır.
    Travmatik bir olay yaşamış, yeni kardeşi doğmuş, anne ve babası ayrılmış veya baskı altında tuvalet eğitimi almış çocuklar tuvalete gitmeyi reddedebilir veya agresif tavırlar sergileyebilirler. Bunun nedeni de ilgiyi kendi üzerlerine çekmektir çünkü anne ve baba altını ıslattığında kendisiyle ilgilenmektedir. Bu ilgi agresyon tarzında bile olsa çocuk bunun ayrımını yapmaz çünkü o an anne ve baba kendisiyle ilgileniyordur ve dikkati onun üzerindedir.
     Tuvalet eğitimi süreci belki 3 gün belki haftalarca belkide aylarca sürecektir ancak bu eğitim çocuğunuzun sahip olacağı önemli kazanımlardan biridir. Bu süreçte rahat olmanız, eğitimi çocuğunuzla eğlenceli hale getirmeniz gelişim süreçleriden biri olan tuvalet eğitimize katkı sağlayacaktır.
                                                          

Aile Danışmanı Psk. Büşra Epözdemir 

ÇOCUKLARDA KARDEŞ KISKANÇLIĞI




                                 KARDEŞİMİ KISKANIYORUM !!!
                            (ÇOCUKLARDA KARDEŞ KISKANÇLIĞI)


     Düşünün ki eviniz bir saray ve evin biricik çocuğu bu sarayın kralı. Bütün ilgi, alaka onun üzerinde. Biraz ağlayınca istediği her şey yapılıyor. Neyi görse ve istese hemen önüne seriliyor. Herkes onu eğlendirmek, onunla oyunlar oynamak istiyor. Sonra bir gün  bu saraya kendinden daha küçük,daha güçsüz biri geliyor ve artık bu sarayda onlarla birlikte yaşayacağı bilgisi veriliyor. Kralımız bu duruma şaşırsa da eve yeni gelen bebeğin kendinden küçük olmasından dolayı hayatında çok bir şey değişmeyeceğini düşünüyor.
   Aradan kısa bir süre geçtikten sonra kralımız bu küçük bebeğin anne ve babasının bütün ilgisini kendi üzerine çektiğini ağladığı zaman herkesin onun ihtiyacını karşılamak için koşuşturduğunu ve kendi ihtiyaçlarının araya sıkıştırılarak eskisinden farklı bir şekilde karşılandığını, onunla oyun oynayan kişilerin artık küçük üye ile oyun oynadıklarını kısacası otoritesinin sarsıldığını farkediyor.
    İşte filmimiz burada kopuyor!!!
  Terimsel olarak kardeş kıskançlığı çocuğun kendi üzerinde yoğun bir şekilde hissettiği ve ihtiyaç duyduğu anne-baba ilgisinin aileye yeni katılan küçük üyeye yönlendirilmesi buna bağlı olarakta bu eksikliği hisseden çocuğun davranışsal tepkiler geliştirmesidir.
   İlk olarak şunu belirtmek gerekir ki kardeş kıskançlığı evrensel ve doğal olan, çocuğun duygusal gelişimine katkıda bulunduğu kadar karşılaştığı problemlere çözüm üretebilme yeteneğinide geliştiren önemli bir olgudur.
   Genel olarak kardeş kıskançlığı temelde ilk çocuğun anne-babasının ilgisini küçük kardeşiyle paylaşmak istememesi kaynaklı görünsede aynı zamanda küçük kardeşin büyük kardeşin becerilerine ulaşmaya çalışması ve gelişimsel nedenlerden dolayı bu  becerilere ulaşamamış olmasından dolayı yaşadığı başarısızlıklar kaynaklı olarak da ortaya çıkabilir.
   Her çocuk kıskançlığını farklı şekillerde ifade edebilir. Kimi çocuk 'Keşke doğmasaydı. Artık beni sevmiyorsunuz.' gibi cümleler kurarak kıskançlığınıık bir şekilde ifade edebiliyorken kimi çocuk ise bu duygusunu bastırarak altını ıslatma, kendi yemeğini kendi yememe, istediğini yaptırmak için ağlama krizine girme şeklinde bebekliğe gerileme olarak tanımladığımız bebekleşme davranışları sergileyebilmektedir. Bazı çocuklar daha içine kapanık, depresif davranıışlar sergileyebiliyorlar ki bu da 'Artık beni sevmiyorlar' düşüncesine bağlı olarak ortaya çıkabiliyorken bazı çocuklar da  kıskançlık duygusunu çok yoğun yaşadıklarından dolayı ve bu problemle başedebilmek için başka bir yol bulamadıklarından dolayı kardeşlerine zarar verecek (çimdikleme,vurma,ittirme vb.)davranışlarda bulunarak kıskançlıklarını ifade edebiliyorlar.
   Aileye yeni bir üyenin katılması ve ilgiyi kendi üzerine çekmesi çocukta kendini yalnız hissetme, terkedilmişlik hissi güvensizlik gibi duygu durumlarını ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir durumda anne- baba tutumu çok önemlidir.Bu nedenle anne-babalar kardeş kıskançlığı ile karşılaştıklarında şu hususlara dikkat etmelilerdir;
1) Kesinlikle çocuklara kardeşlerini kıskandıkları için kızılmamalıdır çünkü bu duygu onlarda doğal olarak gelişen ve kötü niyetli olmayan bir duygudur ve kızılması halinde çocukta 'Ben kötü bir şey yaptım. Ben kötü biriyim' düşüncesini ortaya çıkaracağı gibi suçluluk duygusunuda beraberinde getirecektir.
2) Kardeşine zarar vermesi korkusuyla büyük çocuk küçük kardeşten uzaklaştırılmak yerine daha çok ortak faaliyetlerin yapılabilineceği ortamlar oluşturmak ve gözlem dahilinde onları yalnız bırakarak büyük çocuğa küçük çocukla ilgili ufak sorumlulular vermek çocuğun kardeşini kabullenmesi için faydalı olacaktır.
3)'Kardeşin doğduğunda 'Seni de çok sevicez.' veya ' Seni de kardeşin kadar çok seviyoruz' gibi  rekabet oluşturacak mesajlar içeren cümleler kurmak yerine biz algısını, beraberlik algısını içeren ' Biz(sen anne-baba ve kardeşin) beraber oyunlar oynayacağız', 'Birbirimizi çok seveceğiz' gibi cümleler kurulması önemli bir nokta olacaktır.
4) İki çocuğada eşit oranda zaman ayırmak yerine kendi ilgilerine göre olan ve onları mutlu edecek aktiviteler yapılarak verimli zaman geçirilmelidir.
5) Aile yakınları küçük çocuğa aşırı ilgi gösterdiklerinde uyarılmalıdır çünkü bu durum büyük kardeşim gözünden kaçmayacaktır ve kıskançlığını arttıracaktır.
6) Anne ve babalar mutlaka küçük kardeşin kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamadığını ve bu nedenle anne- babasına daha çok ihtiyaç duyduğunu çocuğun anlayabileceği bir dille anlatmalıdır.

   Son olarak sevgili anne ve babalar şunu unutmayalım ki;
- Kıskançlık her çocuğun yaşadığı doğal bir duygu durumudur ve bu yüzden çocuklara kızılmamalıdır.
-Her ne kadar bizler çocukların kardeşlerini kıskandığından dolayı bu davranışları sergilediğini düşünsekte temelde anne-babaya duyulan kızgınlık ve kırgınlık duyguları vardır.
-Çocukların kıskançlıklarını arttırmak veya azaltmak tamamen sizlerin tutumuna bağlıdır.


 Aile Danışmanı Psk. Büşra Epözdemir